25 Haziran 2010 Cuma

Güneşin doğduğu ülke: Japonya

Uzakdoğu’nun güneş gibi ülkesi Japonya. Hiç bitmeyen hareketi, insanlarının çalışkanlığı ve çok değişik atmosferiyle sizi kendine çekiyor adeta. Kelime anlamı ‘güneşin doğduğu ülke.’ Üç önemli şehri Tokyo, Osaka ve Kyoto ziyaretçilere çok farklı deneyimler vaat ediyor. Tapınakları, teknolojisi, kimolu kadınları, samurayları, tarihi yapılarıyla ufkumuzu genişletiyor. Japon mutfağını sadece suşiyle özdeşleştirenleri ise envai çeşit lezzetleriyle Japon mutfağı bekliyor.

Yüksek çelik yapılı binalar, daracık caddeler, süslemeyi andıran Japon harflerinin parladığı kocaman tabelalar, hiç bitmeyen ve adeta karıncayı andıran insan kalabalığı içinde kendimi şaşkın ve daralmış hissediyorum. Merak içinde çevreyi seyre dalıyorum. Evet, Japonya’nın başkenti Tokyo’dayım. Şehrin düzeni ve temizliğini takdir ederken, volkanik adalar üzerinde kurulu olan ülkede alan darlığı nedeniyle sıkışık düzendeki binalar ve yollar ise bende farklı duygular uyandırıyor. Binlerce ada üzerine kurulu Uzakdoğu’nun yıldız ülkesinde Japon kültürünü birebir yaşamak için sabırsızlanıyorum. Adalar üzerinde gezdiğinizi anlayamadığınız şehir, mükemmel yollarla birbirine bağlanmış durumda. Çıktığım kısa gezinti sırasında kendimi dünyanın en pahalı caddeleri arasında yer alan Ginza Caddesi’nde buluyorum. Bu caddede metrekare fiyatının 100 bin dolar olduğunu duyduğumda dudağım uçukluyor adeta. Çevredeki hepsi birbirinden lüks mağazaların camlarına öylesine göz atıyorum, asıl isteğim bu caddeye yakın olan Kraliyet Sarayı’nı görmek. Zaten fiyatları gördüğümde Japonya’nın dünyanın en pahalı ülkelerinden olduğu gerçeğini yeniden hatırlayıveriyorum. Caddedeki kafelere, mağazalara hızlıca göz attıktan sonra 15 dakikada yürüdüğüm sarayın halka açık olan doğu bahçesinde bir süre yorgunluğumu atmak istercesine oturuyorum. Bir hayli geniş bahçede bir yandan ziyaretçileri süzerken, diğer yandan hayalimde geçmişi canlandırmaya çalışıyorum. Bu bahçede, kimbilir ne krallar, ne prensler, ne samuraylar dolaşmıştır? Bahçeyi gezdikten sonra da vaktimi daha iyi kullanmak isteğiyle koşar adım saraydan uzaklaşıyorum.
Neon ışık cenneti
Kelime anlamı ‘güneşin doğduğu ülke’ olan Japonya, güneyden kuzeye dört büyük ada ve yaklaşık 6 bin 800 küçük adadan oluşan bir Asya Pasifik ülkesi. Japonya’nın 47 vilayetinden biri olan ve dünyanın en kalabalık şehirleri arasında yer alan Tokyo’yu, Osaka ve Kyoto’yu da kapsayan bir iş seyahatinin ilk ayağı olarak ziyaret ediyorum. Tokyo, ülkenin finans, kültür ve ticaret merkezi. 12 milyon nüfusu bulunan şehir hareketliliğiyle beni adeta içine çekiveriyor. Çalışkanlıklarıyla bilinen Japonların küçük metrekarelerde yarattığı şehircilik harikasını ilgiyle inceliyorum. Ana caddelerin kalabalıklığı ve neon ışıklarının gerisinde önünde bonsai ağaçları ile ahşap evlerden oluşan mahalleler hala bir Tokyo gerçeği. 333 metre yüksekliğinde ve Paris’teki Eyfel Kulesi’nin kopyası olan Tokyo Kulesi’ni yakından görmeye gidiyorum. Çok fazla vaktim olmadığı için kuleye çıkmayı daha sonraya erteliyorum. Bir sonraki durağım ise elektronik mağazalar semti Akihabara oluyor. Onlarca elektronik mağazasının içinde kendimi kaybediyorum. Burası adeta elektronik ürün cenneti gibi.Teknolojinin başlıca üreticisi olan Japonya’da fiyatları ise pahalı buluyorum. Cihazların içeriklerinin Japonca olduğunu görünce de bana verilen siparişleri alıp almama konusunda kararsız kalıyorum. Onlarca katlı mağazalarda yeni teknolojilere uzun süre bakakalıyorum. Hava hafif hafif kararmaya başladığında ise Tokyo’nun sembolü olan neon ışıklar yanıveriyor. Rengarenk ışıklar bana yorgunluğumu yeniden hissettiriyor. Otele dönmek için taksi aranıyorum ve ilk gördüğüm taksiye yorgun adımlarla biniyorum. İşkoliklikleriyle tanınan Japonların da evlerine dönme telaşı ortalığı bir hayli kalabalıklaştırıyor. Takside etrafı seyrederken daracık mekanlarda yarattıkları Japon harikasını bir kere daha takdir ediyorum. Otele varmamla duş alıp çıkmam yarım saatimi alıyor.
Balık ağırlıklı mutfak
Japon yemeklerini deneme fırsatı bulacağımız restoranın girişinde ayakkabılarımızı çıkarmamız istendiğinde bir an duraksıyorum ama hemen restoranın geleneksel bir Japon restoranı olduğunu hatırlıyorum. Zaten Türk kültürüne benzer şekilde Japonlar da evlerinde ayakkabılarını çıkarıp yerde yemek yiyorlar. Gittiğimiz restoranda da yer masasına kuruluveriyoruz. Suşileriyle dünyada ün salan Japonların çoğu deniz ürünü ağırlıklı envai çeşit yemekleri olduğunu görüyorum. Japon mutfağı çiğ balıktan, kızarmış karidese kadar geleneksel yöntemlerle hazırlanan zengin çeşitlere sahip. Japon damak tadının en belirgin yemeğ ise kağıt inceliğinde kesilmiş dana etinden yapılan sebzeli ‘shabu-shabu’. Balık çorbamızın ardından gelen shabu-shabu’yu soya soslu tabağa banarak afiyetle yiyoruz. Bu sırada masada Japonya’yı iyi tanıyan konuğumuzdan ülkede hayvancılığın çok az olduğunu çünkü hayvancılık yapacak alan bulunmadığı için kırmızı etin çok pahalı olduğunu öğreniyoruz. Japon mutfağının diğer lezzetleri arasında Sukiyaki, Tempura, Sashimi, Tonkatsu bulunuyor. Japon yemekleriyle ilgili önyargılarımı silen ve mükemmel bir atmosferde geçen yemeğin ardından biraz da gece hayatını görmek için dolaşmaya karar veriyoruz. Tokyo’nun gece hayatının yaşandığı ışıklı semti Shinjuku’da biraz dolaşıp birkaç bira içtikten sonra ise otele geri dönüş zamanı geliyor. Ertesi gün şehri dolaşmak için daha fazla güç toplama isteğiyle uykuya dalıyorum.
Eski Japonya
Kahvaltının ardından şehirdeki gezintime bu kez yol arkadaşımla beraber bıraktığım yerden devam ediyorum. Tokyo’ya ilk gelişimde filmlerde gördüğüm tapınak vari eski Japon yapıları ve kimonolu kadınları görememenin hayal kırıklığını yok etmek için tavsiye üzerine Tokyo’nun nispeten eski halinde kalmış bir bölgesine gidiyoruz. Asakusa’da iş hareketliliğinin yerini şehrin en önemli Budist tapınaklarından Senso-Ji’nin yarattığı canlılık almış. 17’inci yüzyılda kurulan tapınak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise yenilenmiş. Heybetli ve her metrekaresi işlenmiş mimarisiyle tapınağın büyüsüne kapılıp düşüncelere dalıyorum. Tapınağın verdiği ruh dinginliğiyle şehrin en büyük parkı UENO’ya istikameti çeviriyoruz. Japonların bahçecilik ve parklar konusundaki ünlerini hak ettiğine bir kez daha tanık oluyorum. Bu gezintinin ardından da öğleden sonra başlayacak toplantıya yetişmek için koşar adım otele varıyoruz. Toplantının ardından ise Japonya’nın diğer şehri Osaka’ya gitmek için hazırlık yapıyoruz. Tokyo’nun hafızamda bıraktığı güzel anılar paylaşılacak sahiplerine ulaşana kadar her daim canlılığını koruyacak.

Osaka Kalesi’nden kuşbakışı manzara
Shinkansen denilen, hızıyla ve dakikliğiyle ünlü trene ertesi sabaha yetişiyoruz. Birkaç saatlik yolcuğun ardından Japonya’nın diğer önemli şehri Osaka’dayız. Otele yerleştikten sonra buradaki kalış süremiz olan bir günü en iyi şekilde değerlendirmek için hızlı hareket ediyoruz. Görülecek yerler arasında önceliği Osaka Kalesi’ne veriyoruz. 1586 yılında Toyotomi Hideyoshi tarafından yaptırılan kalenin inşaatında yüz bin işçi çalışmış. Kayalık bir tepenin üzerindeki kalenin en üst katından tüm Osaka kuşbakışı görülebiliyor. Kentin giriş kapısı da dünyada dillere destan. Kansai uluslararası Havaalanı, Osaka Körfezi’ndeki yapay dolgu bir ada üzerinde yapılan inşaatı ile dillere destan. Uçtan uca 1.6 km uzunluğundaki terminal binası, dünyanın en uzun binası unvanına sahip. Havaalanının bir adım ötesi ise Nara, Kobe ve Kyoto’ya götürüyor sizi. Geleneksel sahne sanatı ‘Kabuki’ kukla tiyatrosu ‘Bunraku’yu izlemek mümkün. Bunraku, Osaka’da doğmuş. Atmosferi ve güzellikleriyle beni büyüleyen şehrin 2.5 milyon nüfusu bulunuyor.


Kyoto tapınaklarıyla ünlü

Japon demiryollarında geçerli olan Japon rail kartımızı kullanarak bu kez rotamızı Kyoto’ya çeviriyoruz. Japonya’nın turistik ve çevreci şehrine.2 milyon nüfusu bulunan Kyoto, güzelliğiyle ve doğasıyla gelenleri ilk bakışta etkileyen bir cazibeye sahip. Tokyo’dan önce, Japonya’nın başkenti olmuş. Alabildiğine yeşillik olan şehirde gezdiğimiz tapınakları adeta beyinlerimize nakşediyoruz. Japonya’nın simgeleri haline gelen tapınaklar mimarileriyle dikkat çekiyor. Bu tapınakları görmek için Japonya’ya gelen turist kalabalığı içinde kayboluyoruz. Aniden bastıran yağmur bizi kendimize getiriyor. Otel görevlilerinin uyarıları sonucu yanımıza aldığımız şemsiyelerle tapınakları gezerken yağmurdan korunuyoruz. Üç tarafı dağlık olan Kyoto, yeşilliğiyle tanınıyor. Küresel ısınmanın da ilk toplantısı ve bu konudaki ilk uluslararası anlaşma bu şehirde yapılmış. Bizi mutlu bir yorgunluğa sevkeden gezimizi, hediyelik eşya dükkanında sonlandırıyoruz. Kimonolu kadın heykeli, şapkalar, Samuray kılıcı, ülkeye ve şehre ait başka envai çeşit hediyelik eşya arasında istediklerimizi beğenip alıyoruz. Otobüsümüze dönerken, Tokyo ve onun ardından 12 saat sürecek geri dönüş yolculuğu için enerji depolamaya çalışıyoruz.

JAPONYA
Nüfusu: 123 milyon
Para birimi: Yen
İklimi: Nemli subtropikal iklim. Yazlar çok sıcak, nemli ve yağışlı. Kışlar ise soğuk.
Başlıca önemli şehirleri: Tokyo, Osaka, Kyoto, Kobe, Nara
Ekonomi: Bankacılık, finans, basın yayın, ulaştırma, bilişim, telekom.
Vize: Türkiye’den gittiğinizde önceden vize almanıza gerek yok.
Doğal Yapı: Yüzde 75 dağlık. 150 tane yanardağ olan ülkede en yüksek noktası Fuji’dir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder