25 Aralık 2011 Pazar

Çok yahşi bir yer


Hazar Denizi kıyılarında kurulu Azerilerin deyimiyle 'çok yahşi' bir şehir, Bakü. İçeri şehir, Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi’yle ziyaretçilerine tarihi bir ziyafet hazırlıyor. Yeniden yapılanma hamlesi her yerde göze çarparken, şehirdeki düzen, temizlik ve bakım çabası dikkati çekiyor. Eğlence ve alışveriş arayanlar ise alışveriş caddesi Tragovi’ye yollanıyor. Kardeş şehir Bakü, hem yeniyi hem de eskiyi özümsemiş gibi. Sanat her adımınızda sizi takip ediyor. Bu şehirde kendinizden bir parça bulmamanız imkansız.

‘Azerbaycan Republikası’na xoş geldiniz’, ‘xıkış’, ‘yeni yetmelerinizin dişlerini didikleyin’… Bakü havalimanına vardıktan sonra güvenlikten geçer geçmez çevremdeki yazıları gülümseyerek okuyorum. İstanbul’dan bir buçuk saatlik uçuşla ve vize almadan Bakü’ye varmanın mutluluğuna, yazılar eşlik ediyor. Kardeş ülke Azerbaycan’a girişim kolay oluyor. Eski tarz geniş şapkalı, uzun boylu güvenlik görevlisinin ‘Hanım çıkış bu yandan’ yönlendirmesiyle dışarıya yöneliyorum. Şehir merkezindeki otele götürecek arabanın şoförü ve rehberin konuşması da beni bir an duraklatıyor. “Ben kabagda (önde) giderim, sen dala (arkaya) bin.”  Ne demek istediğini kısa sürede çözüyorum. Güzel Azerice’yle, ‘rüzgarlar şehri’ Bakü’ye neşeli bir giriş yapıyorum. Şehir merkezi havalimanından çok uzak değil. Yol boyunca Bakü’nün yenilenen yüzü bana eşlik ediyor. Birbiri ardına yarışırcasına sıralanan plazalar ve yapım halinde olan lüks binalar. Pek çoğunun da müteahhitliğini Türklerin yaptığını öğreniyorum. Başkan İlham Aliyev’in yaptırdığı hem rüzgarı kesmeyi hem de şehrin gelişmemiş bölgelerini kamufle etmeyi amaçlayan duvar boyunca hızla ilerliyoruz. Bir saate varmadan şehrin en lüks yerine konumlanan Hilton otele varıyorum. Burası Bakü’nün yeni yüzünü temsil ediyor. Ama ben tarihin ve şehrin ruhunun peşindeyim. Aceleyle otele yerleştikten sonra rehberin yönlendirmesine bırakıyorum kendimi. Bakü ilk bakışta ışıltılı vitrinleri, düzenli cadde ve sokakları, yemyeşil parklarıyla çok gelişmiş bir şehir izlenimi veriyor. Bakü’nün çekirdeğini oluşturan Azerilerin ‘içeri şeher’ dediği ünlü Şirvanşahlar Sarayı’nın da bulunduğu eski şehre yollanıyoruz. Çevresi yüksek ve güzel işlemeli surlarla çevrili. İşlemeli kapılardan birinden içeri adım atıyoruz. Eski binaları, dar sokakları koşar adım geçiyoruz. Yenilenmiş sokaklar ve binalar, tertemiz yollar beni şaşırtıyor.  Hedefimiz, bugün müze olarak kullanılan Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi’ne ulaşmak. İlk onları görmek istiyorum. Şirvanşahlar Sarayı, 15’inci yüzyılda Şirvanşahlar hanedanının şahı İbrahim Halilullah döneminde inşa edilmiş. Bu saray yakın doğunun en görkemli mimari eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Qız Qalası’yla (Kız Kalesi) beraber dünya mirası listesine de girmiş. Taş avluda çınlayan ayak sesleri beni kendime getiriyor. Dönemin taş ustalığı hayranlık uyandırıcı. Güzel avludan bir merdivenle saray camiine iniyoruz. Sarayın büyüleyici atmosferi tarihin saklı sayfalarına götürüyor bizi adeta.
Şehre Kız Kalesi'nden bakış
Kız Kalesi, Bakü’nün önemli sembollerinden biri. Ama yapım nedeni tam bilinmiyor. Rehberimiz Süleyman, yapımıyla ilgili rivayetler olduğunu anlatıyor. En çok itibar gören efsane ise şöyle: “Eski zamanlarda bu yörelere hakim bir Şah öz kızına aşık oluyor ve evlenmeyi düşünüyor. Zavallı kız babasını bu evlilikten vazgeçirmeye çalışıyor. Babasından kendisi için bir kulenin yapılmasını ve kule tamamlanıncaya kadar düğünü ertelemesini istiyor. Bu sırada kız gönlünü yakışıklı bir delikanlıya kaptırıyor. Delikanlı kızın durumunu öğrenince onu kurtarmaya soyunuyor. Prenses biten kalenin üzerinde yakışıklı delikanlıyı beklemiş. Ancak Hazar’ın dalgaları onu kara sularına gömmüş. Sevgilisinin boğulduğunu gören kız da kendini denize atar ve bu şekilde sevgilisine kavuşur…” Kız Kalesi’nin girişi ücretli. Fakat kulenin tepesine çıktığınızda buna değdiğini görüyorsunuz. Bütün şehri buradan izleyip fotoğraflamak harika hissettiriyor.
Bakü’de harika bir sahil şeridi de var. Bulvar Caddesi boyunca devam eden sahilde Hazar’a karşı derin bir nefes çekiyorum.  Sahilin uzağından görülen petrol gemilerini izliyorum, bir süre. Saat kulesinde de fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyorum. Sahil boyunca dolaşırken, dünyanın en iyi havyarı Beluga’nın da buradan çıkarıldığını öğreniyorum. Dünyada tüketilen havyarın büyük bir bölümü Hazar’dan geliyormuş zaten. Dünyaca ünlü bu balık yumurtası, yalnızca bu denizde yaşayan ‘Huso huso’ ya da mersin balığından elde ediliyormuş. Havyar, mersin balığının türüne, iriliğine, yaşına, yumurtaların büyüklüğüne ve işlenme biçimine göre sınıflandırılıyormuş. Akşam yemeğinde mutlaka denemeye karar veriyorum.
Tragovi'de lüks markalar
Bir sonraki durağımız ünlü alışveriş caddesi Tragovi oluyor. Bütün dünya markalarını bir arada görmek şaşırtıcı geliyor. Arnavut kaldırımlı, düzenli cadde boyunca mağazalar ve restoranlar inci misali sıralanıyor. Pek çok Türk giyim markasının da burada mağaza açtığına şahit oluyorum. Kendimi hiç yabancı gibi hissetmiyorum. Yeşil ağaçlarla çevrili ve yeni restore edilmiş izlenimi veren taş binaların arasındaki geniş yolda lüks markalara bakakalıyorum. Rehber Süleyman’a halkın gelir düzeyini sormadan edemiyorum: “Azerbaycan’da maalesef gelir dağılımı eşitsiz. Çok zenginimiz var. Komünizm ve sonrasında petrolden zengin olan çok. Petrol şirketlerinde çalışan çok yabancı da var. Ama genel halkın gelir düzeyi çok iyi değil. Çok kalifiye olmayan birisi 150 dolara yakın maaş alıyor.” Gelir dağılımındaki eşitsizliği burada da görmek beni mutsuz ediyor. Meydan boyunca ölen eski devlet başkanı Haydar Aliyev’in portreleri ve yazılarına rastlıyoruz. Özdeyiş şeklindeki yazılarıyla Atatürk’ü örnek aldığı izlenimi yaratıyor. Bu sırada bir kafeye oturarak yorgunluk atarken, rehber Süleyman’dan şehrin tarihçesini de dinliyorum: “Bakü’nün anlamı rüzgarlar şehri. Şehir devamlı rüzgarlı. Dört yaşındaki bir çocuğu bile alıp götürecek sertlikle rüzgar oluyor. Kafkasların en büyük ve en önemli kültür ve ticaret merkezi. Şehrin ekonomisi petrole dayalı. 2006’da faaliyete geçen Bakü, Tiflis, Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın (BTC) çıkış noktası. Bakü Limanı da Hazar Denizi’nin en önemli limanı. 2010 yılında Avrupa’nın en güzel sekizinci şehri seçilmiş.”  İki günü aşmayan Bakü seyahatimde salaş ve bakımsız bir şehir yerine umduğundan çok daha güzel ve gelişmiş bir şehir bulmanın mutluluğuyla geri dönüşe hazırlanıyorum.

Nizami ve Nesimi’nin şehri
Kahve eşliğinde şehir bilgilerini iyice özümsüyorum. Bakü’yü gezmişken sanattan söz etmemek imkansız. Hipnotize olmuş gibi izlediğim insan kalabalığından sanatçı ve iyi eğitimli bir millet algısına ulaşıyorum. Bakü aynı zamanda sanatın önemli olduğu bir yer. Müzik, tiyatro, kütüphane ve sinemalara sıkça rastlanıyor. Pek çok müzisyenin buradan çıktığını anımsıyorum. Sanattan söz açılmışken, Nizami, Nesimi ve Fuzuli’yi de soruyorum, rehbere. Azerbaycan’ın Gence şehrinde doğan Nizami’nin heykeli büyük bir meydanı süslüyor. Türk dünyasının ünlü şairlerinden. İlk kez Leyla ve Mecnun’u mesnevi şeklinde yazmış. Hamse, Beş Mücevher, Yedi Güzel ve İskendernama adlı mesnevileriyle tanınıyor. Divan edebiyatı şairi Fuzuli de şiirlerini Azeri şivesiyle yazmış. Üslubu ve temaları kendinden sonraki şairlere ilham vermiş. Azeri sahasında yetişmiş diğer bir ünlü şair ise Nesimi. Ülkenin Şamahı şehrinde doğmuş. Azeri dilinde şiirin ilk güzel örneklerini veren isim olarak tanınıyor.

Yemeklerde yabancılık çekilmiyor
Azeri yemekleri konusunda hiç yabancılık çekmiyorum. Bakü Televizyon Kulesi’nden sadece devlet yetkililerinin misafirlerinin ağırlandığı restorana zor da olsa rezervasyon yaptırıyoruz. 360 derece dönen restoranda nefis Azeri yemeklerinin tadına bakıyorum. Bir yandan Hazar Denizi’ne tepeden kadeh kaldırıyorum. Azeri mutfağı, Avrupa ve Ortadoğu mutfaklarından etkilenmiş. Dovga denilen ince kıyılmış ıspanak, dereotu ve kişnişli yoğurt çorbasıyla başlıyorum. Farklı adlardaki pilavlar ve nihayet çok istediğim Beluga havyarını deniyorum. Ekmekte tereyağının üzerine sürdüğüm havyarın tadına doyamıyorum. Diğer yemekler Türk mutfağıyla çok benzeşiyor. Dolma çeşitleri, pilavları, hamur işleri var. Farklı olarak kişniş, safran gibi baharatları bolca kullanıyorlar. Koyun etli yemekleri çok fazla. Pitisi denen koyun eti, nohut, patatesle hazırlanan güvece bayılıyorum.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder