Hazar Denizi kıyılarında kurulu Azerilerin deyimiyle 'çok yahşi' bir şehir, Bakü. İçeri şehir, Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi’yle ziyaretçilerine tarihi bir ziyafet hazırlıyor. Yeniden yapılanma hamlesi her yerde göze çarparken, şehirdeki düzen, temizlik ve bakım çabası dikkati çekiyor. Eğlence ve alışveriş arayanlar ise alışveriş caddesi Tragovi’ye yollanıyor. Kardeş şehir Bakü, hem yeniyi hem de eskiyi özümsemiş gibi. Sanat her adımınızda sizi
takip ediyor. Bu şehirde kendinizden bir parça bulmamanız imkansız.
‘Azerbaycan Republikası’na xoş geldiniz’, ‘xıkış’, ‘yeni
yetmelerinizin dişlerini didikleyin’… Bakü havalimanına vardıktan sonra
güvenlikten geçer geçmez çevremdeki yazıları gülümseyerek okuyorum. İstanbul’dan
bir buçuk saatlik uçuşla ve vize almadan Bakü’ye varmanın mutluluğuna, yazılar
eşlik ediyor. Kardeş ülke Azerbaycan’a girişim kolay oluyor. Eski tarz geniş
şapkalı, uzun boylu güvenlik görevlisinin ‘Hanım çıkış bu yandan’
yönlendirmesiyle dışarıya yöneliyorum. Şehir merkezindeki otele götürecek
arabanın şoförü ve rehberin konuşması da beni bir an duraklatıyor. “Ben kabagda
(önde) giderim, sen dala (arkaya) bin.” Ne demek istediğini kısa sürede çözüyorum. Güzel
Azerice’yle, ‘rüzgarlar şehri’ Bakü’ye neşeli bir giriş yapıyorum. Şehir
merkezi havalimanından çok uzak değil. Yol boyunca Bakü’nün yenilenen yüzü bana
eşlik ediyor. Birbiri ardına yarışırcasına sıralanan plazalar ve yapım halinde
olan lüks binalar. Pek çoğunun da müteahhitliğini Türklerin yaptığını
öğreniyorum. Başkan İlham Aliyev’in yaptırdığı hem rüzgarı kesmeyi hem de
şehrin gelişmemiş bölgelerini kamufle etmeyi amaçlayan duvar boyunca hızla
ilerliyoruz. Bir saate varmadan şehrin en lüks yerine konumlanan Hilton otele
varıyorum. Burası Bakü’nün yeni yüzünü temsil ediyor. Ama ben tarihin ve şehrin
ruhunun peşindeyim. Aceleyle otele yerleştikten sonra rehberin yönlendirmesine
bırakıyorum kendimi. Bakü ilk bakışta ışıltılı vitrinleri, düzenli cadde ve
sokakları, yemyeşil parklarıyla çok gelişmiş bir şehir izlenimi veriyor. Bakü’nün
çekirdeğini oluşturan Azerilerin ‘içeri şeher’ dediği ünlü Şirvanşahlar
Sarayı’nın da bulunduğu eski şehre yollanıyoruz. Çevresi yüksek ve güzel
işlemeli surlarla çevrili. İşlemeli kapılardan birinden içeri adım atıyoruz. Eski
binaları, dar sokakları koşar adım geçiyoruz. Yenilenmiş sokaklar ve binalar,
tertemiz yollar beni şaşırtıyor. Hedefimiz,
bugün müze olarak kullanılan Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi’ne ulaşmak. İlk
onları görmek istiyorum. Şirvanşahlar Sarayı, 15’inci yüzyılda Şirvanşahlar
hanedanının şahı İbrahim Halilullah döneminde inşa edilmiş. Bu saray yakın
doğunun en görkemli mimari eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Qız
Qalası’yla (Kız Kalesi) beraber dünya mirası listesine de girmiş. Taş avluda
çınlayan ayak sesleri beni kendime getiriyor. Dönemin taş ustalığı hayranlık
uyandırıcı. Güzel avludan bir merdivenle saray camiine iniyoruz. Sarayın
büyüleyici atmosferi tarihin saklı sayfalarına götürüyor bizi adeta.
Şehre Kız Kalesi'nden bakış
Kız Kalesi, Bakü’nün önemli sembollerinden biri. Ama yapım
nedeni tam bilinmiyor. Rehberimiz Süleyman, yapımıyla ilgili rivayetler
olduğunu anlatıyor. En çok itibar gören efsane ise şöyle: “Eski zamanlarda bu
yörelere hakim bir Şah öz kızına aşık oluyor ve evlenmeyi düşünüyor. Zavallı
kız babasını bu evlilikten vazgeçirmeye çalışıyor. Babasından kendisi için bir
kulenin yapılmasını ve kule tamamlanıncaya kadar düğünü ertelemesini istiyor.
Bu sırada kız gönlünü yakışıklı bir delikanlıya kaptırıyor. Delikanlı kızın
durumunu öğrenince onu kurtarmaya soyunuyor. Prenses biten kalenin üzerinde
yakışıklı delikanlıyı beklemiş. Ancak Hazar’ın dalgaları onu kara sularına
gömmüş. Sevgilisinin boğulduğunu gören kız da kendini denize atar ve bu şekilde
sevgilisine kavuşur…” Kız Kalesi’nin girişi ücretli. Fakat kulenin tepesine
çıktığınızda buna değdiğini görüyorsunuz. Bütün şehri buradan izleyip
fotoğraflamak harika hissettiriyor.
Bakü’de harika bir sahil şeridi de var. Bulvar Caddesi
boyunca devam eden sahilde Hazar’a karşı derin bir nefes çekiyorum. Sahilin uzağından görülen petrol gemilerini
izliyorum, bir süre. Saat kulesinde de fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyorum. Sahil
boyunca dolaşırken, dünyanın en iyi havyarı Beluga’nın da buradan çıkarıldığını
öğreniyorum. Dünyada tüketilen havyarın büyük bir bölümü Hazar’dan geliyormuş
zaten. Dünyaca ünlü bu balık yumurtası, yalnızca bu denizde yaşayan ‘Huso huso’
ya da mersin balığından elde ediliyormuş. Havyar, mersin balığının türüne,
iriliğine, yaşına, yumurtaların büyüklüğüne ve işlenme biçimine göre
sınıflandırılıyormuş. Akşam yemeğinde mutlaka denemeye karar veriyorum.
Tragovi'de lüks markalar
Bir sonraki durağımız ünlü alışveriş caddesi Tragovi oluyor.
Bütün dünya markalarını bir arada görmek şaşırtıcı geliyor. Arnavut kaldırımlı,
düzenli cadde boyunca mağazalar ve restoranlar inci misali sıralanıyor. Pek çok
Türk giyim markasının da burada mağaza açtığına şahit oluyorum. Kendimi hiç
yabancı gibi hissetmiyorum. Yeşil ağaçlarla çevrili ve yeni restore edilmiş
izlenimi veren taş binaların arasındaki geniş yolda lüks markalara
bakakalıyorum. Rehber Süleyman’a halkın gelir düzeyini sormadan edemiyorum:
“Azerbaycan’da maalesef gelir dağılımı eşitsiz. Çok zenginimiz var. Komünizm ve
sonrasında petrolden zengin olan çok. Petrol şirketlerinde çalışan çok yabancı
da var. Ama genel halkın gelir düzeyi çok iyi değil. Çok kalifiye olmayan
birisi 150 dolara yakın maaş alıyor.” Gelir dağılımındaki eşitsizliği burada da
görmek beni mutsuz ediyor. Meydan boyunca ölen eski devlet başkanı Haydar
Aliyev’in portreleri ve yazılarına rastlıyoruz. Özdeyiş şeklindeki yazılarıyla
Atatürk’ü örnek aldığı izlenimi yaratıyor. Bu sırada bir kafeye oturarak
yorgunluk atarken, rehber Süleyman’dan şehrin tarihçesini de dinliyorum:
“Bakü’nün anlamı rüzgarlar şehri. Şehir devamlı rüzgarlı. Dört yaşındaki bir
çocuğu bile alıp götürecek sertlikle rüzgar oluyor. Kafkasların en büyük ve en
önemli kültür ve ticaret merkezi. Şehrin ekonomisi petrole dayalı. 2006’da
faaliyete geçen Bakü, Tiflis, Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın (BTC) çıkış noktası.
Bakü Limanı da Hazar Denizi’nin en önemli limanı. 2010 yılında Avrupa’nın en
güzel sekizinci şehri seçilmiş.” İki
günü aşmayan Bakü seyahatimde salaş ve bakımsız bir şehir yerine umduğundan çok
daha güzel ve gelişmiş bir şehir bulmanın mutluluğuyla geri dönüşe
hazırlanıyorum.
Nizami ve Nesimi’nin
şehri
Kahve eşliğinde şehir bilgilerini iyice özümsüyorum. Bakü’yü
gezmişken sanattan söz etmemek imkansız. Hipnotize olmuş gibi izlediğim insan
kalabalığından sanatçı ve iyi eğitimli bir millet algısına ulaşıyorum. Bakü
aynı zamanda sanatın önemli olduğu bir yer. Müzik, tiyatro, kütüphane ve
sinemalara sıkça rastlanıyor. Pek çok müzisyenin buradan çıktığını anımsıyorum.
Sanattan söz açılmışken, Nizami, Nesimi ve Fuzuli’yi de soruyorum, rehbere. Azerbaycan’ın
Gence şehrinde doğan Nizami’nin heykeli büyük bir meydanı süslüyor. Türk
dünyasının ünlü şairlerinden. İlk kez Leyla ve Mecnun’u mesnevi şeklinde
yazmış. Hamse, Beş Mücevher, Yedi Güzel ve İskendernama adlı mesnevileriyle
tanınıyor. Divan edebiyatı şairi Fuzuli de şiirlerini Azeri şivesiyle yazmış.
Üslubu ve temaları kendinden sonraki şairlere ilham vermiş. Azeri sahasında
yetişmiş diğer bir ünlü şair ise Nesimi. Ülkenin Şamahı şehrinde doğmuş. Azeri
dilinde şiirin ilk güzel örneklerini veren isim olarak tanınıyor.
Yemeklerde yabancılık
çekilmiyor
Azeri yemekleri konusunda hiç yabancılık çekmiyorum. Bakü
Televizyon Kulesi’nden sadece devlet yetkililerinin misafirlerinin ağırlandığı
restorana zor da olsa rezervasyon yaptırıyoruz. 360 derece dönen restoranda
nefis Azeri yemeklerinin tadına bakıyorum. Bir yandan Hazar Denizi’ne tepeden
kadeh kaldırıyorum. Azeri mutfağı, Avrupa ve Ortadoğu mutfaklarından
etkilenmiş. Dovga denilen ince kıyılmış ıspanak, dereotu ve kişnişli yoğurt
çorbasıyla başlıyorum. Farklı adlardaki pilavlar ve nihayet çok istediğim
Beluga havyarını deniyorum. Ekmekte tereyağının üzerine sürdüğüm havyarın
tadına doyamıyorum. Diğer yemekler Türk mutfağıyla çok benzeşiyor. Dolma
çeşitleri, pilavları, hamur işleri var. Farklı olarak kişniş, safran gibi
baharatları bolca kullanıyorlar. Koyun etli yemekleri çok fazla. Pitisi denen
koyun eti, nohut, patatesle hazırlanan güvece bayılıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder