14 Ağustos 2010 Cumartesi

Tuna kraliçesi: Budapeşte

Tuna Nehri tam ortasından akıyor. Biz onu tarihten Budin olarak biliyoruz. Buda ve Peşte şehirlerinin birleşiminden oluşuyor. Tarihi ve kültürel bir şehir, Budapeşte. Macaristan'ın başkenti. Tuna'nın içinden geçtiği tek şehir olması nedeniyle Tuna Kraliçesi olarak da anılıyor. Tarihi atmosfere sahip Budapeşte'de, çok sayıda müze, görkemli yapılar ve bin 300'e yakın kaplıcayı keyifle dolaşabilirsiniz.

Yurtdışında kaldığım süre içinde en yakın arkadaşlarımdan biri olan Andrea'nın anlattıklarıyla, şekillendirmiştim şehri kafamda. Macaristan'ın başkenti Budapeşte, daha görmeden zihnimde eskizlerinin yer aldığı pek az şehirden biri. Bu nedenle Budapeşte'ye gideceğim kesinleştiğinde ayrı bir heyecan duydum. Acaba şehir onun anlattığı gibi mi çıkacaktı? Geçen altı yıl boyunca değişmiş miydi? Uzun yıllar ülkeye hakim olan Komünizmin izlerini ne kadar taşıyordu?... Uçak inişe geçtiğinde heyecanım daha artarken, elimde tuttuğum Budapeşte kitabını yeniden incelemeye koyuldum. Nihayet pasaport kontrolden çıkıp otobüsümüze yöneldik, bizi kötü bir trafiğin beklediğini tahmin edemeden. Görmek için sabırsızlandığım şehre, kötü bir trafikle bir saate yakın bir sürede varabildik. Oysa kaldığımız otel ve şehrin merkezi, havaalanına çok yakındı. Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de de maalesef dünyanın diğer büyük şehirlerindeki sorun olan trafiğe teslim durumda. Belki şehre girdiğimiz günün saatinin de buna etkisi vardır. Otelimiz beş yıldızlı Corinthia, şehrin merkezine yakın yeni şehir olarak tanımlanan Peşte'de bulunuyor. Tuna Kraliçesi olarak adlandırılan Budapeşte, zaten Türklerin tarihten çok iyi bildiği Budin yani Macarların deyimiyle Buda ile Peşte şehirlerinin birleşiminden oluşuyor. Tuna Nehri'nin tam ortasından geçerek iki bölgeye ayırdığı şehre, nehir ayrı bir hava katmış. Şehre girerken karşılaştığımız, 1800'lü yıllarda kalma, gotik, barok, romanesk tarzlı devasa binalar yol boyunca iki tarafta sıra sıra diziliyor. Tarihi binaları bu kadar yıl koruyarak bugüne kadar sapasağlam getirmiş olmalarına şaşırıyoruz. İlk yapıldıkları kadar sağlam görünen binaların bazılarının tek kusuru, boyalarının ve renovasyonlarının eksik olması. Caddeler boyunca uzanan bu devasa binalar, 40 dereceye kadar çıkan sıcağı sanki daha çok hissetmemize neden oluyor.
Kahramanlar Meydanı
Bize şehri gezdirecek olan altmışlı yaşlarını geçmiş rehberimiz Clara'yla tur otobüsüne binip sıcak Budapeşte sokaklarında yola koyuluyoruz. Yaşına göre enerjisiyle bizi şaşırtan Clara, bir yandan şehrin hikayesini anlatırken, diğer yandan kendinden bahsediyor. Uzun yıllar babasının görevi nedeniyle Türkiye'de yaşadığını anlatıyor. Zaten ortalama bir Türkten bile akıcı olan Türkçesi onun anlattıklarını doğruluyor. Clara bizi ilk olarak yeni şehir Peşte'de bulunan Kahramanlar Meydanı'na götürüyor. Yarım daire dikili sütunların altında Türklere ve diğer ırklara karşı savaşmış Macar kralların heykellerini bunaltıcı sıcağın altında dikkatle inceliyoruz. Orta Asya'dan gelen ilk kahraman Arpat'la başlayan heykeller, her dönemdeki Macar kahramanlarını anlatıyor. Meydanın her iki tarafındaki iki ihtişamlı müze de Kahramanları daha etkileyici kılıyor. Bu meydanın arka tarafı, Varosliget yani kent korusu. Bu korunun içinde, Vajdahunyad Şatosu ve kışın buz pistine dönüşen bir göl, hayvanat bahçesi, lunapark ve birkaç müze ve bir hamam bulunuyor. Bu bölgeyi geride bıraktıktan sonra şehrin her yerinden görünen ihtişamıyla dikkatleri çeken Parlamento Binası'nı yakından görmek için gidiyoruz. Tuna'nın tam kenarında bütün görkemiyle dikkatleri çeken neogotik mimari tarzıyla yapılan binayı beğeniyle dışardan ziyaret ediyoruz. Clara hemen tarihini anlatmaya koyuluyor: "Ülkenin en büyük binası olma unvanına sahip. Mimar Imre Steindl tarafından neogotik tarzda yapıldı. Büyüklüğü 268 metre. 1884-1902 yıllarında yapılan binanın tam 691 odası var. Bugün Macaristan'ın 400'e yakın milletvekiline ev sahipliği yapıyor." Parlamento Binası'nın ardından nehri geçerek, bu kez meşhur Budin yani Buda tarafına geçiyoruz.
Tarihi şehir Budin
Budin'in tarih derslerinden aklımızda kalan Osmanlı tarihindeki önemini anımsamadan edemiyoruz. Tamamen düz bir arazi üzerine kurulu olan Peşte'nin üzerine, ilk olarak Buda'nın tepelikli yapısı dikkatimizi çekiyor. Zaten ilk durağımız Türk tarihinde yakından tanınan Gül Baba Türbesi. Rehberimiz, 'Bu şehirde hiç Osmanlı eseri yok mu?' sorumuza da bu şekilde yanıt veriyor. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sultanla beraber Budin'de savaşa katılan ve burada kalp krizinden ölen Bektaşi Gül Baba'ya Sultan'ın isteğiyle şehre hakim bir konumda türbe yapılmış. Müze olarak hizmet veren türbenin bahçesi de güllerle süslenmiş. Ispartalı Gül Baba, üzerinde taşıdığı güllerden dolayı bu adla anılmış. Gül Baba için bir dua okuduktan sonra yakıcı ısıcak altında otobüsümüze döndük. Geldiğimiz tepeyi geriye inerken trafik yine peşimizi bırakmıyor. Bu kez Buda'daki diğer ünlü bir tepeye tırmanıyoruz. Otobüsten belli bir yerde indikten sonra güneşin altında turistik eşya satan mağazaların arasından genişçe bir caddede yürüyerek Kale Tepe'ye varıyoruz. Başlıca dikkat çeken turistik mekanlardan Matthias Kilisesi, Kraliyet Sarayı ve Balıkçılar Burcu bu tepede bulunuyor. Çatısında rengarenk kiremitler bulunan Matthias Kilisesi, ülkedeki ikinci büyük kilise. 13. ve 15.'inci yüzyılda yapılmış. Kilisenin önünden devam eden yol bizi Kraliyet Sarayı'na götürüyor. 13. yüzyıldan beri savaşlara ve işgallere tanıklık etmiş olan saray, şu anki neoklasik tarzında İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yapılmış. Kalenin burçları da şehrin en güzel manzarasının görülebileceği noktalardan biri. Burçlardan doya doya şehrin her iki yakasını da izliyoruz. Şehrin güzelliğini daha iyi anlıyoruz. Şehri ziyarete gelen her turist gibi fotoğraflarımızı çekiyoruz. Clara, bilgilendirmesine devam ediyor: "Şehirdeki çoğu yapı 19 yüzyıldan kalma. Ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların bombalarından çoğu tahrip oldu. Çoğu bina bu tarihten sonra ya yeniden yapıldı ya da yenilendi." Bu arada Clara, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nda hep yenilen devletlerin tarafında olan Macaristan'ın 300 bin kilometrelik büyüklükten, 90 bin kilometrelik küçük bir ülkeye dönüşümünü üzüntüyle anlatıyor. Budapeşte'nin nüfusu 2 milyonken, ülkenin toplam nüfusu ise 10 milyon. Kale Tepe'de turistik alışverişimizi de yapıyoruz ülkeye özel hediyelikler satın alıyoruz. Ondan sonra rotamızı Buda'nın diğer bir tepesine çeviriyoruz. Bu tepenin özelliği şehrin en güzel manzarasına sahip olması. Şehri yayvan bir şekilde adeta bir çerçeveye girmiş şekilde gören tepede son molamızı veriyoruz. Hatıra fotoğraflarımızı çektirip, gölgelik bir yerde biraz dinleniyoruz. Otele geri dönerken ise, şehrin sevecenliği ve manzarası aklımızdaki yerini koruyor. Özellikle ben, Andrea'nın söylediklerinin doğru çıkmış olmasına seviniyorum.

Macar yemekleri 
az baharatlı

Macar yemekleri, genellikle az baharatlı ve az sıcak olarak servis ediliyor. Tuz ve biber Macar yemeklerinde sık kullanılıyor. Yemekleri, kızartmalardan çok hafif tatlımsı yiyeceklere kaymış. Bir tür lahana yemeği olan káposzta ve bir tür Macar tas kebabı olarak bilinen pörköl sık rastlanan yemeklerden sadece birkaçı. Gulyás ise Macarların geleneksel et çorbası. Çorbaların Macar mutfağında yeri büyük. Özellikle bol malzemeli ve zengin çorbalar göze çarpıyor. Macarların en sevdiği et ise, domuz eti. Diğer meşhur yemekleri arasında da, soğanlı kaz ciğeri, paprikalı tavuk ve kayısı soslu Barack Palinka geliyor. Macarlar çok sıcak yemek sevmiyor. Tatlılar büyük porsiyonlar halinde tüketiliyor. Pankekler ve ekmekli tatlılar değişik krema veya reçellerle sunuluyor. Macarların beyaz şarabı da meşhur. Tokaj oldukça beğenilen bir tür tatlı şarap. Dreher ve Kobányai Budapeste'nin geleneksel biraları arasında.

BUDAPEŞTE
Uçuş süresi : 2 saat
Para birimi : Forint. Euro da yaygın olarak kullanılıyor
Yüzölçümü : 93.036 kilometrekare
Saat farkı : Bir saat geri
Resmi dil : Macarca
Sıcaklık : Ilıman ve kuru bir iklime hakim olan şehirde, kış aylarında sıcaklık -4 ile 10 derece arasında. Yaz aylarında ise ortalama sıcaklık 15 ile 28 derece arasında değişir.
Nüfus : 2 milyon
Vize : Schengen almanız gerekiyor.

Nereleri gezilir
* Macaristan'ın başkenti Budapeşte'nin çok sayıda müzesi, görkemli yapıları, bin 300'e yakın kaplıcası bulunuyor.
* Tuna Nehri üzerinde gemi turu yapabilirsiniz. Tuna Nehri üzerindeki sekiz köprünün en etkileyicisi Aslanlı Köprü.
* Parlamento Binası, Budapeşte'nin simgesi sayılıyor.
* Gellert Tepesi, Tuna Nehri'nin bütün görkemiyle izleyebileceğiniz en güzel tepelerden birisi.
* Sanatın merkezi olan Budapeşte'de opera binası Operahaz, eğlencenin kalbi Vidampark, konser salonu Pesti Vigado var.
* 200 yıl önce yapılmış olan Aquincum Museum ise mimarisiyle dikkat çekiy: Konser salonu, hayvanat bahçeleri, sirkleri ile gezilmesi görülmesi gereken bir yer.

Kanal, gondol ve bir de karnaval

Adalardan oluşan ve kanalların birbirine bağladığı bir şehir, Venedik. Dünyanın en çok turist çeken şehirlerinden biri olan ve İtalya’da bulunan Venedik, tarih ve romantizm sevenlere çok şey vaat ediyor. 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehir olan Venedik'te, adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunuyor. Şehir, gondolları, kanalları ve maskeli karnavallarıyla tanınıyor.

Hanife Baş

“Gondola, gondola, gondola…” Uzun boylu, yapılı gondolcu, adaya ayak basan turistleri, gondoluna çekebilmek için var gücüyle bağırıyor. Diğer yanda şakalaşıp, ses çıkararak dikkat çekmeye çalışan arkadaşları. Ama çabaları boşa gidiyor. Deniz motorundan inerek adaya ayak basan turistlerin çoğu, gondol turunu sonraya bırakarak, San Marco meydanını keşfe dalıyor. Adalar üzerine kurulu olan Venedik’in en büyük adası San Marco, ilk adımda kalabalığıyla sizi kendine çekiyor. Tarihi yapılar arasında insan seline kapılıp, ilerlerken cazibesine kapıldığımız yapıları ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinelerimize davranıyoruz.
Grup halinde ilerlerken, bir yandan rehbere kulak veriyoruz: “Venedik, Kuzey İtalya'nın doğusunda Adriyatik denizi kıyılarında karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demiryolu köprüsü ile bağlanan, yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehir. Venedik'te adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunuyor. Bu adaların en büyüğü ise üzerinde bulunduğumuz San Marco.” San Marco meydanının iki tarafında tüm ihtişamıyla karşımızda duran tarihi binaları inceliyoruz. Şehrin en güzel anıt binalarından Dükler Sarayı ve Sansoviane Kütüphanesi’nin her iki yandan sınırladığı bu geniş alan San Marco Kilisesi ile sonlanıyor. Rehberimiz, alanın yüzyıllar önce pazaryeri olarak kurulup, kullanıldığını ancak 1536yılından sonra meydanın temiz tutulması amacıyla burada pazar kurulmasının yasaklandığını anlatıyor. Alanın denize bakan kısmına geçiyoruz, iki tarafta yer alan birer sütun ilgimizi çekiyor. Birinin üzerinde San Marco'dan önce şehrin koruyucusu olan Bizans Kraliçesi Teodora'nin heykeli, diğerinde ise, kentin koruyucusu Aziz Marco'yu temsil eden ve Venedik'in de sembolü olan bronz bir aslan heykeli bulunuyor. Meydandaki Dükler Sarayı ise, pembe Verona mermeri ve beyaz Istra taşından yapılmış görüntüsü ve gotik üslubuyla dikkat çekiyor. Venedik dukalarının ikametgahı ve yönetim merkezi olmuş. Sansovino Kütüphanesi ise, meydanın batı tarafında bulunuyor. Oldukça zengin ve nadir eserlerin bulunduğu bir kütüphane. Saat Kulesi ise, meydanın doğusunda. Kulenin üzerinde yer alan terasta bronz döküm olarak yapılan bir çan ve ellerindeki balyozlarla saat başı vuran iki erkek heykeli yer alıyor.
Venedik batıyor
San Marco meydanındaki bu etkileyici binaları geride bırakıp, gruptan ayrılarak adanın biraz daha iç taraflarını keşfe çıkıyoruz. İlk önümüze gelen yola sapıyoruz. Daracık ve insan selinin bulunduğu ara sokaklar bizi kanallara götürüyor. Gondolla gezenleri seyrediyoruz. Diğer yanda sıralanan maske dükkanlarına girmeden edemiyoruz. Tarihten beri maskeli balolarıyla ünlü Venedik’teki şahane maskeleri büyük beğeniyle inceliyoruz. Hatıra olması için birkaç tane satın alıyoruz. Venedik’te her kanal bir adacıktan diğerine köprüyle bağlanmış. Kısa mesafelerle geçtiğimiz köprüler, adacıkların ne kadar küçük olduğunu gösteriyor. Zaten Venedik’te alan çok az. Binalar tamamen birbirine bitişik nizamda yapılmış. Hepsi yüzyıllık, barok, gotik tarzdaki binaların çoğunun temeli suyun üzerinde. Zaten, Venedik’te otomobil ve bisiklet kullanılmıyor. Herkes, her yere yürümek zorunda ya da kanallarda deniz araçları ve gondollar kullanılıyor. Binalara, kanallardan su motorları ve gondollarla ulaşılıyor. Her konutun önündeki deniz araçları dikkatimizi çekiyor. Daracık ve birbirinin benzeri sokaklardan geçerek geldiğimiz yere dönüyoruz ve grubumuza tekrar katılıyoruz. Venedikli rehberin küresel ısınmanın şehre etkisi ile ilgili söyledikleri bizi şaşırtıyor: “Her geçen yıl kanallardaki su seviyesi yükseliyor. Bu nedenle çoğu kişi Venedik’in batacağını söylüyor. Binaların alt katları şimdiden kullanılmaz hale geldi. Burada yaşam alanı kayboluyor. Farklı çözümler bulmaya çalışıyoruz.”
Zaten, tarihte tacirleri ve zenginliğiyle ünlü Venedik’in nüfusu giderek azalıyor. Geçmişteki parlak dönemlerinde 300 bin nüfusa sahip şehrin nüfusu 60 binlere gerilemiş durumda. Şehrin sakinlerinin çoğunu da yaşlılar oluşturuyor. Adanın en büyük geçim kaynağı turizm. Zaten yılda 40 milyon turist çektiğini duyduğumda şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Venedik, daha çok balayı turizmi ve romantik seyahatler için tercih ediliyor. Yeni evli çiftlere ve gelinlik ve damatlıkla romantik gondol turu yapan çiftlere sıkça rastlamak olağan. Dünyanın her yerinden gelen insan seli adeta bir dünya mozaiği oluşturuyor. Adaları gezdikten sonra meydanda tekrar bizi diğer adadaki otelimize götürecek motora binmeden önce bir yorgunluk kahvesi içiyoruz. Venedik’in tarihteki ve günümüzdeki ününü hak ettiğini düşünmeden edemiyoruz.


Gondol turu
Venedik’e gidenlerin yapmadan dönmemesi gereken bir tur, gondol turu. Kanalların bulunduğu şehirde gondola, San Marco adasının hemen girişinde ve şehrin aralarındaki kanallarda tur için binmek mümkün. Biz rehberin uyarılarına kulak vererek daha ucuz bir tur bulabilmek için iç taraflara gidiyoruz. Pazarlık sonunda altı kişi 90 Euro’ya gondolcuyla anlaşıyoruz. Kendilerine özgü denizci bluzu veya kazağı ile renkli kurdeleli hasır şapkaları giyen gondolcular, daha fazla para vermeniz durumunda size serenat da yapabiliyorlar. Gondolcu şarkısını mırıldanarak, tek kürek çekimi ile gondolu ileriye sürerken, günün yorgunluğuyla oturduğum kırmızı koltukta çöküp kalıyorum. Ara kanallardan geçerken geçmişteki halini kafamda canlandırmadan edemiyorum. Geldiğimiz bir dört yıl ağzında gondolcunun uyarısıyla dört adanın birleşme noktası olduğunu anlıyorum. Sakin ve sarsıntısız bir tur, gondolla dolaşmak. Gondolcu bize Marco Polo’nun evini de gösterdikten sonra ara kanallardan büyük kanal olan Grand Canal’a çıkıyor ve oradan bizi aldığı yere geri bırakıyor. 40 dakika gibi bir sürede eşsiz bir deneyimle şehri kanallardan görme şansı da buluyoruz.


Balık türü yemekler
Bir deniz ve kanallar şehri olan Venedik’te önerilebilecek en iyi yemek balık. Ama fiyatlar da, özellikle turistlerin yoğun oldugu meydanlarda, San Marco civarında yer alan lokantalarda turistik, dolayısyıla ara sokaklardaki restoranlarda daha ucuz yerler bulmak mümkün. Balığınızın siparişini vermeden önce sizin icin hazırlanacak balığı görürseniz iyi olur. Hesabı ödemeden önce de muhakkak kontrol edin. Cipriani Restaurant, La Caravella, Do Leoni Restaurant, Caffe Quadri, Granda Canal, Harry’s Bar.

Siyah akar Zonguldak'ın deresi...

Batı Karadeniz’in, kara elmasıyla ünlü şehri. Şair Orhan Veli Kanık’ın şiirine bile konu olmuş. Ekmeğini kömürden çıkaranlarla, kömürle özdeşleşmiş. Ancak herkesin bilmediği doğal güzellikleriyle de büyülüyor. Zengin tarihi geçmişi, göz alabildiğince uzanan yeşili, bin yıllık mağaraları, doğal ve tarihi güzellikleriyle görülmeye değer illerden biri. Bugün, şehre Kara Elmas Üniversitesi, kömür işletmeleri ve liman damgasını vurmuş görünüyor.

Güneşli bir günde
Masmavi göreceğiz Karadeniz'i
Balkaya'dan Kapuz'a kadar,
Karış karış biliriz bu şehri;
Eki'nin çiçekli bahçeleri,
Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla;
Paydos saatlerinde yollara dökülen,
Soluk benizli insanlarıyla.

Siyah akar Zonguldak’ın deresi
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası

Şair Orhan Veli Kanık, bir şiirinde işçi ve kömür şehri Zonguldak’ı böyle anlatır. Dimdik iki dağın arasında kalmış bir vadi boyunca şehre girerken, şairin bu dizelerini hatırlıyorum. Şehre yaklaştığımızda kömür diğer adıyla kara elmasla özdeşleştirilmiş Zonguldak’ın doğal güzellikleri karşısında şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Karşımdaki dağlar ve yemyeşil görüntü bu şehrin kömürüyle ünlü olduğunu unutturuyor bana. Karadeniz’in hırçın coğrafyası içinde bir koy boyunca uzanan şehrin merkezine varınca kömürün varlığını hissediyorum. Kömür karasını ve tozlarını soluyorum adeta. Şehir merkezinde rengi kara akan şairin bahsettiği dere olsa gerek diye düşünüyorum. Merkezi geride bırakınca Karadeniz’in sert rüzgarında alabildiğine uzanan maviliği seyre dalıyorum. Sarp kayalar, dik yamaçlar ve gözün görebildiğine dağlara kadar uzanan ev sıraları….
Bin yıllık mağaraları var
Deniz manzarasında karşı dururken, elimdeki kitaptan şehrin özelliklerine ve tarihçesine göz gezdiriyorum. Zonguldak, deniz kenarında limanı ve kömürüyle ünlü Batı Karadeniz’in modern şehri. Zengin tarihi geçmişi, göz alabildiğince uzanan yeşili, bin yıllık mağaraları, doğal ve tarihi güzellikleriyle görülmeye değer illerden biri. Kuzeydoğusunda Bartın, doğusunda Karabük, güneyinde Bolu ve batısında Düzce illeriyle çevrili. Çok engebeli araziye sahip. Şehrin alanının yüzde 56’sı dağlarla, yüzde 31’i platolarla ve yüzde 13’ü ovalarla kaplı. Tarihinde ise Frigyalılardan başlayarak, Lidyalılar, Persler, Bizans, Selçuklu, Osmanlı imzası bulunuyor. TBMM Hükümeti, 20 Nisan 1920’de; Devrek, Ereğli, Mudurnu, Bartın, Göynük ve Zonguldak’ı, Bolu Bağımsız Mutasarrıflığından ayırarak, Kastamonu vilayetine bağlamış. Zonguldak isminin verilişi de çeşitli rivayetlere dayanıyor. Sazlık ve kamışlık anlamına gelen zongalıktan, sıtmanın titremesini tarifen zonklamaktan ve bir başka rivayete göre de, sisli bir havada gemisiyle buraya giren kaptanın sis kalktıktan sonra burası zongalıkmış demesinden kaynaklanıyor. Bugün, şehre Kara Elmas Üniversitesi, kömür işletmeleri ve liman damgasını vurmuş görünüyor. Kömürü ilk bulan kişi olarak ünlenen Uzun Mehmet ve taş kömürü havzasında iş kazalarından dolayı yaşamını yitiren maden işçileri anıtı da ilgimi çekiyor. Güzel bir manzara ve geldiğim o kadar yolun ardından acıktığımı hissediyorum. Liman çevresinde deniz kenarı boyunca dizilen kafelerden birine ilişiyorum. Tercihim tabii ki ızgarada taze balık oluyor. Manzarayı doyasıya görebildiğim hızlı bir yemeğin ardından ise ayaklarımı sürüyerek de olsa tekrar yola koyuluyorum. Doğal güzelliklerini hepsini görme isteğindeyim. Koyları, kumsalları, her biri ayrı doğa harikası olan mağaraları, orman içi dinlenme tesisleri… Hızlı da olsa hepsiyle ilgili bir fikir ediniyorum. Altı tane mağara bulunuyor şehirde. En çok bilineni Gökgöl’ü hedef olarak belirliyorum. Zonguldak’ın bir kilometre dışındaki Devrek yolu üzerinde bulunuyor, bu mağara. Keyifli bir yürüyüş yolu, çeşit çeşit sarkıt ve dikit manzarasını izlemeye doyamıyorum. Mağarada birbirinden ilginç jeolojik oluşumlar ve kaynak suları bulunuyor. Biraz nefes almada güçlük çeksem de doğanın bu harikasına hayranlık duyuyorum. Yorgun ve tık nefes bir şekilde dışarı çıkarken geldiğime değdiğini düşünüyorum. Havanın kararmaya yüz tuttuğu sarp yollarda şehre geri dönüyorum. Merkezdeki otele vardığımda günün yorgunluğunu vücudumun her tarafında hissediyorum. Ertesi gün gezmeyi planladığım şehrin en güzel ilçelerinden biri Ereğli’yi düşünerek uykuya dalıyorum.
İlçeye Erdemir damgası
Sabah güneşin ışınlarıyla uyanırken, perdeleri aradığımda mavi ve hırçın Karadeniz’le güne tazelenmiş şekilde başlıyorum. Hızlı bir kahvaltının ardından vakit kaybetmeden yola koyuluyorum. Batıya doğru Ereğli tarafına gidiyorum. Zonguldak’ın en önemli ilçelerinden birini görmeden şehri tam tanıyamayacağımı düşüncesindeyim. Düzgün yerleşimiyle bir Avrupa şehri görünümünde, Ereğli. Modern ve temiz görünümlü. Şehre damgasını tabii ki Erdemir vurmuş. Ereğli’nin ortasında devamlı duman çıkan bacalarıyla her şeyin merkezinde. Evlatlarını kucaklayan bir anne misali. Devasa demir çelik fabrikasını hayranlıkla izliyorum. Ereğli’de batıya gittikçe büyük tersanelere rastlıyoruz. Sahil boyunca güzel plajlar ve tesisler de var. Doğal seyir terasları da muhteşem deniz manzarasıyla büyülüyor.

ZONGULDAK
Yüzölçümü: 8.629 kilometrekare
Nüfus: 1.073.560 (1990)
İl trafik numarası: 67
İlçeler: Alaplı, Çaycuma, Devrek, Ereğli ve Gökçebey.

Mutfağı unlu yemeklerden oluşuyor
Zonguldak’ın mutfağı ağırlıklı olarak buğday ve mısır unundan yapılan yemek türlerinden oluşuyor. Su böreği, kabaklı börek, bazlama, cizleme, gözleme, kömeç ekmeği, pide türleri, tarhana çorbası, uğmaç çorbası, göce çorbası, malayı yöresel yemekler arasında. Ereğli pidesi ve Osmanlı çileği, Çaycuma yoğurdu, Devrek çöreği ve simidi ile Zonguldak ormanlarında yetişen kuzu kestanesi yörenin adıyla özdeşleşmiş yiyeceklerden. Devrek bastonu, elpek bezi madenci heykelcileri de Zonguldak’tan alınabilecek hediyelik eşyalar.