7 Mart 2011 Pazartesi

Ortadoğu’nun Paris’i


Herkes bu şehri Ortadoğu’nun Paris’i olarak bilir. Geçirdiği iç savaşa karşın hala dingin ve ayakta. Misafirlerine lüks ve yıkıntıları bir arada sunuyor. Burası, Beyrut. Lübnan’ın başkenti. Bir Ortadoğu şehrinden çok bir Akdeniz havası hakim. Dünyanın en lüks markalarını, en güzel gece hayatını, en lezzetli yemeklerini ve tarihini bulabileceğiniz bir şehir. Şıklık yarışına girmiş sıcakkanlı insanlarıyla kendinizden bir parça bulabilirsiniz.

Uçak inişe geçerken, etrafı seyre dalıyorum. Nihayet İstanbul’dan bir buçuk saate varan yolculuk sonrasında Ortadoğu’nun Paris’indeyim. Haberlerden kurşun izleri olan binaları, asker ve iç savaş görüntüleriyle hatırladığım Lübnan’ın başkenti, Beyrut’ta… Valizleri aldığımız gibi tur otobüsüne biniyoruz. Şehre giden boş yolların kenarlarındaki palmiye ve sedir ağaçları peşimiz sıra geliyor gibi. Yeni yapılmış bina ve camiler, ara ara tahrip edilmiş bina görüntüleri yol boyunca bize eşlik ediyor. Şehrin büyüsü o anda içime işliyor. İlk bakışta kendini belli eden insan misali, hemen kendini açıyor misafirlerine. Yarım saate varmadan otelimizi buluyoruz. Kendimizi hemen Beyrut’un meşhur gecelerine atmak için hızlıca odalarımıza yerleşiyoruz. Halen savaşın izlerini taşısa da modern Akdenizli kimliğiyle karşımda duruyor, Beyrut. Bir Ortadoğu şehri değil sanki. Güneş, gece hayatı, kültür, lezzet sunan güzel insanların şehri. Akşam yemeğinin organize edildiği Karam Restaurant’a kolayca ulaşıyoruz. Peş peşe gelen yemeklerle Lübnan mutfağının ününü bir kez daha takdir ediyorum. Tabule, humus, kebap, kıbbe, ne sunulursa geri çevirmiyorum. Son gelen Türk kahvesini de midemi rahatlatmak umuduyla alelacele içiyorum.
Gece hayatı çok renkli
İnsana yaşama sevinci ve heyecan katan meltem esintili havada yediklerimizi sindirmek için yürürken, bir yandan insanları ve çevreyi inceliyorum. Korna sesleri, sesli ve bol vücut dilinin kullanıldığı sohbetler, küfürler, sıcakkanlı insanlar ve misafirperverlik hiç yabancı gelmiyor. Türkiye’deymiş hissine kapılıyorum. Karanlığın iyice bastırdığı gecede, sokak lambaları ve neon ışıklarıyla başka bir Beyrut çıkıyor karşımıza. Gece hayatının merkezi Monot Caddesi, Downtown ve paralelindeki caddelerin yolunu tutuyoruz. Esmer güzeli rehberimiz şehrin meşhur gece hayatıyla ilgili ilk bilgilerini veriyor. Beyrut’ta ilk akla gelen mekan B018. Daha pahalı ve şık bir mekan isteyenler ise Crystal’e gidiyor. Centrale, yemek ve yemek sonrası müzik için ideal. Gittiğimiz Karam ve Leila Lübnan mutfağının güzel örneklerini sunuyor. Element ise trendy bir mekan. Ünlü Buddha Bar’ın da burada bir işletmesi var. Lübnan müziği dinlemek isteyenlerin ise durağı Music Hall Starco. Arap müzikleri eşliğinde dansözler göbek atıyor. Tercihimiz dünyanın en iyi gece kulüpleri listesine de girmiş olan B018 oluyor. Zaten önceden rezervasyonumuz yapılmış. Çok şık şekilde eğlenmeye gelen kadınlı erkekler gruplar şaşırtıcı geliyor. Adeta bir şıklık yarışındalar. Beyrut’un yerlisi rehberimiz, bu şehirde yaşayanların giyimlerine ve modaya çok düşkün olduğunu anlatıyor. Bir süre sonra kendimi mekanın büyüsüne bırakıyorum. B018, çok özel bir mekan. Kurucusu daha önceden müzik terapisi için kullandığı evinin numarasını vermiş kulübe. Gece yarısına doğru diskoteğin tavanı açılıyor. Herkes gökyüzünün altında sabaha kadar dans ediyor. Biz bu kadar kalmıyoruz tabii ki. Ertesi güne enerji depolamak için otele yollanıyoruz.
İç savaş harabeye çevirdi
Müslümanlıkla, Hristiyanlığın iç içe olduğu bir şehir, Beyrut. Bir yanda cami diğer yanda kilise her yerde karşınıza çıkan bir görüntü. Rehberimizden şehrin genel yapısıyla ilgili bilgilendirmeyi dinliyoruz: “Beyrut’un nüfusu 1.5 milyonun biraz üzerinde. Uzun yıllar Ortadoğu’nun ekonomik, fikri ve kültürel merkezi oldu. 1970’lerde başlayan Lübnan İç Savaşı’yla bu özelliğini biraz kaybetti. 1991’e kadar süren iç savaşta şehir harabeye döndü ve 100 binden fazla insan hayatını kaybetti. İç savaştan önce şehirdeki Hristiyan ve Müslüman sayısı eşitti. Şu anda Müslümanlar çoğunlukta. Beyrut’un doğusunda Hristiyanlar, batısında ise Müslümanlar çoğunlukta. Şehrin en büyük geçim kaynakları ticaret, bankacılık ve turizm. 500 yıl Osmanlı’nin yönetiminde kaldı.” Beyrut’un en lüks caddesi eski adı Solidere olan Downtown’dayız. Aklınıza gelebilecek her tür dünya markasını bir arada görünce ağzım açık kalıyor. Savaşta yıkılan cadde yeniden inşa edilmiş. Sürekli hareketli ve canlı. Beyrut, yine sürprizini yapıyor ve yıkıntılarla lüksü bir arada sunuyor. Işıltılı vitrinlere baka baka ünlü saat kulesinin yakınına varıyoruz. Yolumuzun üzerindeki hediyelik eşya dükkanlarında yerel el sanatları ve şehre ait eşyalar alıyoruz. Ünlü kuruyemişçi Al Rifai de atlanır mı? Elimizde poşetlerle saat kulesini çok iyi gören bir kafeye yöneliyoruz. İsteyen nargile, isteyen Beyrut’a özgü Cafe Blanc içiyor. Kısa ama güzel bir dinlenme molası oluyor. Bir sonraki durağımız ise, şehri denizle buluşturan Korniş bölgesi. Kafe ve restoranlarla çevrili. Ünlü Raouche ya da Güvercin kayalıklarını görüp, fotoğraf çektiriyoruz. Bu kaya, jeolojik oluşum sonrası ikiye ayrılmış. Denizin içinde iki kaya parçası araları açık şekilde duruyor. Birinin iç kısmında kemerli bir açıklık var. Özellikle gün batımında çok estetik bir görüntü sunuyor. Sahil yolu boyunca Ortadoğu, Akdeniz ve Fransız mimarisinin karışımı binalar eşliğinde hayallere dalmamak elde değil.
Şehre tepeden baktık
Şehrin çevresinde bulunan tepelerden biri olan Harissa Tepesi’ne tırmanıyoruz. Teleferikle mükemmel manzaraya karşı tepeye çıkılıyor. Buranın Hristiyanlar için özel bir yeri var. Meryem Ana heykeli ve yanındaki kilise birbirini tamamlıyor. Beyrut’ta gezilecek bir diğer tarihi yer ise yedi bin yıllık antik kent Byblos. Rehberin verdiği bilgiye göre, bugünkü alfabenin temelleri burada atılmış. Küçük ve sevimli bir sahil kasabası. Balık restoranlarıyla ünlü bölgede geç bir öğlen yemeği yiyoruz. Beyrut’a 20 kilometre uzaklıktaki Jeitta Mağarası’nda ise kendimizi yeraltına hapsedilmiş hissediyoruz. Bir yeraltı nehrinin oluşturduğu mağara iki katlı. Küçük teknelerle yeraltı harikasını dolaşıyoruz. İkinci katını ise yürüyerek keşfediyoruz. Bu şehre gelenlerin mutlaka görmesi gereken bir yer diye düşünüyorum. Mağara gezisinin ardından iki günlük Beyrut turunun da sonuna geliyoruz. Arkadaşlarımıza ve dostlarımıza anlatmak için yanımızda götürdüğümüz pek çok hatırayla otelin yolunu tutuyoruz.

Beyrut’ta görülmesi gereken yerler
* Solidere (Downtown)
* Parlamento ve Özgürlük Meydanı
* Ömer Camii ve Yeni Camii
* Tarihi Yunan Ortodoks ve Katolik kiliseleri, Ermeni kilisesi
* Raouche (Güvercinlik) kayalıkları
* Eşrefiye ve Jimazye mahalleleri
* Harissa Tepesi
* Jeitta Mağarası
* Gece hayatının olduğu Monot Caddesi
* Casino Du Liban ve Ulusal Muze
* Şehrin güneyindeki Hamra ve Rawsheh
* Korniş bölgesi

Mutfağı meze zengini
Beyrut mutfağı meze zengini. Lübnan, Doğu Akdeniz Mutfağı’nın merkezi konumunda. Renkler, kokular, lezzetler, acılar, tatlılar, otlar, baharatlar, zeytinyağı, şarap ve tabii Lübnan rakısı arak. Başlıca mezeleri, semsek, humus, tabuli, nar ekşili zahter salatası, çiğ köfte, patlıcan ezme, zeytin, deniz ürünleri, zeytinli börek, kibbe. Daha onlarcası var. Yoğurtla yapılan türlü sosları ve çorbaları yaygın. Lübnan mutfağı denince ilk akla gelen zahter. Her şeyde kullanılıyor. Ana yemeklerde ise bulgur, nohut, fasülye ve yoğurt var. Lebeniye yani nohutlu yoğurt çorbası, falafel yani kızarmış soğanlı nohut ezmesi, tavuklu pilav, fasülye ezmesi olan maluf sadece birkaçı. Ülke aynı zamanda zeytin ve zeytinyağı cenneti.