11 Ekim 2010 Pazartesi

Uzakdoğu’nun mucize şehri: Seul

Onların deyimiyle padi padi (hızlı) hareket eden insan seli. Teknolojisi ve tarihi saraylarıyla cazibe merkezi. Güney Kore'nin başketni Seul'den bahsediyoruz. Bir Avrupa şehrini imrendirecek görkem ve ihtişama sahip. Adeta mucize yaratmış. Tapınakları, yemekleri, alışveriş imkanları ve kültürüyle görülmeye değecek şehirlerden. Kore savaşındaki yardım nedeniyle de Türk olduğunuzu duyduklarında her zaman minnettarlıklarını gösteriyorlar.

Çekik gözlü insanları, saçaklı çatıları, son teknolojik cihazları, gizemi ve egzantirik yemekleri… İstanbul’dan bindiğim uçak on saatlik yolculuğun sonunda Güney Kore’nin başkenti Seul’deki Incheon Havalimanı’na inerken, şehirle ilgili beklentilerim de bu şekilde kafamda şekilleniyor. Tarihi ve eski tarz bir şehir beklerken havalimanından merkeze giderken ilk izlenimde şehrin modern görüntüsüne bakakalıyorum. Çelik yapılı, gri, teknolojik ve uzun binalarıyla bir Uzakdoğu şehri olmaktan çok bir Avrupa ya da Amerikan şehri görüntüsü veriyor. Tam ortasından geçen Han Nehri’nin yakınından dolaşıyoruz. Seul’ü ikiye bölmüş. Nehrin üzerinde pek çok köprü var. Bunların hepsi de savaştan sonra yapılmış. Çünkü Kore savaşı sırasında hiçbir köprü kalmamış. Akşamın karanlığı şehrin üzerine iyice çökmeden otele varıyoruz. Bolca neon ışıklar ve arı kovanını andırır şekilde hızla hareket eden şehir, yorgunluğumu daha da artırıyor ve uykuya dalıyorum.
Güney Kore, Uzakdoğu’da Asya’nın doğusunda Kore Yarımadası’nda yer alıyor. Kuzeyinde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti var. Üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımadada bulunan ülkenin nüfusu 50 milyon. Yüzölçümü 99 bin 274 kilometrekare. Türkler bu ülkeyi Kore savaşı nedeniyle de çok iyi biliyor. 1950’de Sovyet subaylarının kumandasında Kuzey Kore birlikleri, yarımadanın tamamına komünizmi kabul ettirmek için Güney Kore’ye saldırmış. Bunun üzerine bölgeye Birleşmiş Milletler asker gönderdi. Türkiye de bu orduya bir tugayla katıldı. Güney Korelilerin Türkiye’nin tarihteki bu yardımını halen hatırlaması ve her fırsatta teşekkür eden vefası beni şaşırtıyor. Türkiye’yle arasında yedi saatlik farkın bulunduğu Seul’de puslu bir havada neşeyle uyanıyorum. Havasının genelde böyle olduğunu öğrenmek neşemi bozamıyor. 10 milyonluk şehir Korelilerin deyimiyle padi padi (hızlı hızlı) koşturup duran insanlarla dolu. Korelilerin her şeyi pratik ve hızlı yapma kültürleri varmış. Ülkede genelde pek çok kişinin yaptığı gibi zor telaffuz edilen ismi yerine İngilizce takma da kullanan güzel rehberimiz Jane Park, bize yavaştan şehri anlatmaya koyuluyor. Şehir, Kore savaşı sırasında yerle bir olmuş. Bu nedenle çok fazla eskiyi anlatan tarihi bina göremiyoruz. Ama şehirde adeta mucize yaratılmış gibi. Şık mağazalar ve alışveriş merkezleri ve modayı takip eden insanlarıyla, tam bir Avrupa şehri görünümünde. Programa uyarak tarihi binaları görebileceğim kuzey bölgesine gidiyoruz. Saraylar bölgesine. Burası tarihi binaları ve havasıyla şehrin modern kesimiyle adeta karşıt. Rehberimiz eskiden soylu sınıfının orada yaşaması nedeniyle kraliyet saraylarının burada yapıldığını anlatıyor. Çok yüksek duvarlarla adeta kendini şehirden soyutlayan ve geçmişi bu şekilde koruyan pek çok saraya ev sahipliği yapıyor. 500 yıl hüküm süren Yi Hanedanlığ’ının sarayları, Deoksugung, Changgyeonggung, Gyeonhuigung ve Changdeokgung. Saray kapısı önündeki muhafızların gösterisi oldukça ilgi çekici. Seul’ün en eski sarayı olan Changdeokgung Sarayı’nın içinde 32 hektarlık alana sahip muhteşem bir gizli bahçe de var. Bu gizli bahçenin girişinde bulunan Pullomon Kapısı’nın altından bir kez geçenin sonsuza dek genç kalacağına dair bir inanç olduğunu da öğreniyoruz.
Sakin ve utangaçlar
Şehrin kuzey bölgesinde yürürken kendimi eski çağlarda hayal ediyorum. Birbirinden güzel ahşap oymalı kapılı, pirinç tokmaklı tarihi evler arasında Kore kimonosu içinde düşlüyorum kendimi. Çok az kalmış olsa da Kore özgün mimarisi etkileyici. Her daim gülen rehberimiz bu kez Kyongbokkung Sarayı'na götürüyor bizi. Sarayın kendi rehberi eşliğinde gezmek için biraz bekliyoruz. Geleneksel kıyafeti içindeki kadın rehber geldiğinde onu şaşırtarak hepimiz fotoğraf makinelerine davranıyoruz. Binlerce hektarlık arazideki sarayda Rusların matruşkası vari bir binadan sonra başka bir binaya geçiyoruz. Kralın kaldığı, misafirlerini kabul ettiği, hizmetçilerinin kaldığı, kraliçenin kaldığı mekan derken onlarca tarihi binayı görüyoruz. Büyüleyici binaları, bahçeleri, çiçekleriyle içine çekiveriyor bizi tarihi saray. Kralların yerinde olmayı yeğliyoruz. Ancak devamlı zehirlenme korkusuna karşı yemeklerinin bile başkaları tarafından test edildiğini dinliyoruz. Onların da yaşamı zormuş diye düşünüyorum. Saatlerce süren saray gezisinin ardından biraz ara vermek ve halkın arasına karışmak için rehberin yönlendirmesiyle Insadong Caddesi’ne yöneliyoruz. Yorgunluk belirtileri arasında antika dükkanları ve sanat atölyelerinin arasında cıvıl cıvıl kalabalığa karışıveriyoruz. Kaybolmamak için dikkat ederken hızlı birkaç hediyelik eşyayı da anı olarak alıyoruz. Keyifli molamızı burada çokça bulunan bir çay bahçesinde sonlandırıyoruz. Öğlen yemeği öncesinde rahatlatıcı yeşil çayımızı Uzakdoğu usulü içmeye özen gösteriyoruz. Caddeye bakan tarafta halkı da gözlemliyorum. Tamamen batılı tarzda giyim, genç ve hareketli bir kalabalık. Gözleri çekik olmasa Kore’deyim hissini yaşamazdım sanırım. Koreliler genelde sakin ve utangaçlar. Göz teması nadiren kursalar da arada özellikle sarışınsanız kaçamak bakışlarını yakalayabiliyorsunuz. Diğer Uzakdoğu halklarına göre de daha beyaz tenliler. Ben henüz bunu tam ayıramasam da yüz şekilleriyle Japon veya Çinlilerden ayrılıyorlar. Estetik ameliyatların da çok yaygın olduğunu öğreniyoruz. Bakımlarına düşkün olan Koreli kadınlar estetik ameliyata ilgi gösteriyormuş. Çekik gözlerini batılı hale getirmek de favori ameliyatları arasında.
Kore barbeküsü
Yemek için geleneksel bir Kore restoranına gidiyoruz. Kore barbeküsünü deniyoruz. Kendin pişir kendin ye usulü mükemmel etlerin tadına bakıyoruz. Her masaya küçük bir mangal getiriliyor, masanın ortasındaki tüplü ocak yakılıyor ve makasla kesilen biftekler bu ocakta hızla pişiyor. Leziz ve dumanı üzerinde tüten etlerin yanında gelen milli yemek kimchi’yi de seviyoruz. Kimchi, kırmızı biberli lahana turşusunu andırıyor ama hoşumuza gidiyor. Özel bir tasta gelen pilava da bayılıyoruz. Bildiğimiz pilavdan biraz farklı olsa da çubukla yiyoruz. Güzel yemekle keyfimiz ve enerjimiz yerine geliyor. Seul’ün ilginç semtlerinden biri Itaewon bu kez yeni istikametimiz oluyor. Amerikan üssünün bulunduğu bölge. Burada taklit ürünleri uygun fiyata bulmak mümkün. Pazarlık yapma şansınız da var. Myeondong Sokağı ise bir sonraki durağımız. Genelde gençlerin bulunduğu lüks mağazalarla dolu. Aklınıza gelebilecek her türlü orta ve üst düzey dünya markasını görmeniz mümkün. Namdeemun Market ise Seul’ün adeta Mahmutpaşa’sı. Kapalı alandaki pazarda ikinci el ya da çok ucuz ürünler satılıyor. Burada da mı bu tarz şeyler var diye düşünmeden edemiyorum. Hızlı turumuzda bu kez kendimizi Gangnam’da buluyoruz. Şehrin en lüks restoran ve mağazalarının bulunduğu renkli bir cadde. Yorgunluktan yürüyemeyecek halde o günlük turumuzu sonlandırıyoruz. Bir sonraki gün ise Uzakdoğu’ya gelinir de tapınak gezilmez mi diyerek, en ünlü tapınağın yolunu tutuyoruz.
Tapınakta perküsyon
Coex karşısındaki Bongeunsa tapınağı ise Seul'deki tapınakların belki de en büyüğü. Tapınaktaki büyük kaplumbağa resimleri, Buda'nın hayatını tasvir eden resimler ilgi çekici. Camiler gibi ayakkabılar çıkarılarak giriliyor. Zen meditasyonunda uzmanlaşmak isteyen Budistler için en iyi eğitim merkezi olan Bongeunsa, M.S. 794’te inşa edilmişr. 1856 yılında, 200 yıllık kitaplar getirtilerek kütüphane binası eklenmiş. Günde iki kez keşişler dört enstrümanla perküsyon seremonisi yapıyor. Her bir enstrüman, doğanın bir parçasını sembolize ediyormuş. Topraktaki canlıların kutsanması için davul, sualtındakiler için tahta bir balık, gökyüzündekiler için gök davulu, yer altındakiler için de gong aleti kullanılarak dini ritüeller gerçekleştiriliyor.
Güney Kore’de Hristiyanlığın da yaygın olduğuna tanık oluyoruz. Pek çok kilise bulunuyor her yerde. Zaten her yerde elinize broşür tutuşturan misyonlere rastlarsanız şaşırmayın. Güney Kore’de iki gün gibi kısa sürede pek çok yeri görme şansı yakaladığımıza seviniyoruz. Uzakdoğu kültüründen esinlenirken, diğer yandan geri dönüş yolculuğu için de hazırlığa başlıyoruz.

Savaşta yardım Türk dostu yaptı
Koreliler, savaşta Türk askerlerin yardımı nedeniyle Türk olduğunuzu öğrendiğinde size çok sıcak davranıyorlar. Her zaman minnettarlıklarını belirtiyorlar. Biz de orada savaşta ölen Türk askerleri adına yapılan anıtı ziyaret etmeye karar veriyoruz. Askerlere saygı sunarak, başka savaşlar olmaması için dua ediyoruz. Tarih bilgimizi de tazeliyoruz: “Türkiye, 1950-53 arasındaki savaşta Güney Kore’nin yanında Kuzey Kore’ye karşı savaşan 16 ülkeden biri olmuş. Amerika ve İngiltere’den sonra en fazla asker gönderen üçüncü ülke.15 bin Türk bu topraklarda savaşmış, 724 asker şehit olmuş. Hepsinin adı müze bu savaşı anlatan müzenin girişinde yer alıyor. Türk askerleri 1974 Ekimi’ne kadar Kore’de görev yapmış.” Korelilerin geçmişteki askeri yardıma dayanan dostluğunun izlerini 2002 Dünya Futbol Kupası’nda da gördük.

Zengin mutfağı var, milli yemek kimchi
Kore mutfağı kendine özgü, zengin bir mutfak. Kore halkı da geleneksel yeme alışkanlıklarını koruyor. Yemeklerinin temelinde ise pirinç, çorba ve kızartmalar yer alıyor. Bir öğünde çok çeşit yemekler yiyebiliyorlar. Yemekler masaya tek tek getirilmiyor hepsi bir arada konuyor. Temel yemek yahni ya da Prugoki gibi çok ince kesilmiş et kavurmaları. Kore yemeklerinde et ve sebze eşit ölçüde kullanılıyor. Sarımsak, zencefil, soya sosu, kızarmış kırmızı biber, susam ve susam yağı çokca tüketiliyor. Korelilerin milli yemekleri Kimchi denilen baharatlı bir turşu. Bu turşu hemen her yemeğin yanında mutlaka oluyor. Kore tatlıları genellikle pirinçle yapılan hafif tatlılardan oluşuyor. En önemli sıcak içecekleri Gingseng çayı. Japon mutfağına göre daha az deniz ürünü ağırlıkla. Tavuk, kırmızı et ve domuz ürünleri daha fazla tüketiliyor. Milli içecekleri ise Soju. Pirincin damıtılması ile yapılan Soju’yu yaygın olarak yemeklerde tüketiliyor. Sojunun tadı sakeye benzese de daha sert.


Seul’de neresi gezilir?

* Jungho: Saraylar ve devlet binalarının olduğu bu bölge, Han Nehri’nin içinden geçiyor. Jungho, Seul’ün tarihî ve kültürel cazibelerine yürüme mesafesinde bulunuyor.
* Gangham: Nehrin güney kısmında. En lüks mağaza ve restoranların, en büyük otellerin olduğu çok modern ve popüler bir bölge. Eğlence mekânları ve barlar hayli yoğum.
* Gyeongju: Küçük bir kasaba olan Gyeongju’nun en önemli özelliği, tüm kasabanın geleneksel yapılar ile inşa edilmiş olması. Gölü, eşsiz bir manzara sunmaktadır.
* Itaewon: Namsan dağının güneyinde yer alan turistlerin ve alışveriş yapmak isteyenlerin en çok rağbet ettikleri bölge.
*
Yi Hanedanlığı Sarayları: 500 yıl boyunca hüküm süren Yi Hanedanı, 14. yüzyıl sonlarında inanılmaz yükseklikte surlarla çevrili saraylar yaptırdı. Zaman içinde yıkılmış ve yok olmuş bazı sarayların dışında bugün hâlen varlığını koruyan saraylar, büyük bir araziye yayılmış durumda.
* Insadong: Antika dükkânlarının ve sanat atölyelerinin bulunuyor.
* Han Nehri Gezisi: Han Nehri’nde tekne ile gezerek romantik gün batımını seyredebilirsiniz. Yeouido, Jamsil, Ttukseom, Yan limanlarına uğrayan tekne ile birçok farklı yeri keşfetme şansına sunuyor.
* Seul Kulesi: Dünyanın üçüncü en büyük kulesi, 483 metre uzunluğunda. Kule, bulunduğu bölgeden tüm şehrin panoramik manzarasını sunuyor.